Burak Göral İle Yolculuk Üzerine Söyleşi

Türk sinemasının sevilen senaristi ve film eleştirmeni Burak Göral ile seyahatler, filmler ve tatil rotaları üzerine keyfili bir sohbet gerçekleştirdik. Burak Bey’e bu yoğun temposunda bize zaman ayırdığı için teşekkür ederiz ve keyifli okumalar dileriz!

Burak Bey okurlarımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri için;
Yeni projeleriniz var mı? Bizi önümüzdeki günlerde neler bekliyor?

“Beni Unutma” ve “Bu İşte Bir Yalnızlık Var” gibi dram ağırlıklı iki senaryodan sonra biraz daha sevimli, komedisi daha yüksek olan bir aşk hikayesi anlatmak istedim. Yeni senaryom hareketli ve keyifli bir romantik-komedi. Birkaç talihsizlik yüzünden şu ana kadar çekilemedi, bir de biraz zeki bir komedi olduğu için şu komedi ortamında biraz göz korkuyor sanırım! Altında sosyal bir meselesi olan bir senaryo oldu yine. Zaten başka türlüsünü yazamıyorum. Kısa bir süre önce bir senaryo daha bitirdim. Psikolojik gerilim olduğu için farklı türlere açık bir yapımcı arıyorum.
Bir ara internette yayınladığım ve çok ilgi gören bir çalışma yapmıştım, “12 Yaşına Basmadan Önce Çocuğunuzun İzlemesi Gereken Filmler” diye. Şimdi onu daha genişletip bir kitap haline getirdim. Çocukları hayata hazırlarken sinemadan faydalanmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum çünkü. Önümüzdeki ay çıkması için çalışıyoruz.
Senaryo eğitmenliği yaptığım yazma atölyelerim, çeşitli projelerde danışmanlıklarım ve Sözcü gazetesindeki film eleştirmenliğim de devam ediyor.

İzlediğinizde “Ah o filmde bende olsaydım” dediğiniz favori filmlerinizden bahseder misiniz?

İzninizle ben bu soruyu ikiye ayırayım: İçinde yaşamak istediklerim ve çekilirken setinde, içinde bulunmak istediklerim diye… Mesela “Star Wars”, “Batı Yakasının Hikayesi” ve “Godfather”ın setlerinde bulunmayı çok isterdim. Özellikle “Star Wars”un ilk filmi benim çocukluğumun fetiş filmidir. Bir zaman makinesi olsa ilk önce oraya ışınlanırdım. Çok da eğlenceli, sürprizi bol bir setmiş zaten sonradan okuduklarımıza göre. Türk filmlerinden de mesela “Hababam Sınıfı”nın setinde olmayı çok isterdim.
Ama bir filmin içinde olmaksa mesele; “Grease” veya “Cazcı Kardeşler” (The Blues Brothers) filmlerinin içinde olmak çok eğlenceli olurdu. Müzikal filmleri çok sevdiğim için tercih hakkını daha çok onlarda kullanırdım sanırım. “Neşeli Günler” (The Sound of Music), “Singin in the Rain” hatta “La La Land”de bile olmak isteyebilirim…

Yol, yolculuk, seyahat sizin için ne ifade ediyor? Hangi dürtü sizi yollara düşüyor?

Yolculuk dediğimiz şey, sinemada da olduğu gibi benim için de sadece fiziksel olarak yapılan bir eylem değildir. Her yolculuk nedeni ne olursa olsun heyecanlandırır beni. Her sene düzenli takip ettiğim yurtiçi festivalleri vardır mesela: Ankara, Adana, Antalya, İzmir gibi… Genelde bazısında jüri olurum bazısında da sektör bileşenlerinden biri olarak katılırım. Ama bu festival yolculuklarım, defalarca gördüğüm şehirlerde yapılıyor olsalar bile benim için içsel manalar da taşırlar hep. Çoğunlukla film izleyip sektör muhabbetleri dönse de bir süre başka bir şehirde olmak ruha iyi geliyor. Gürültüsü, kalabalığı ve kaotik düzeniyle İstanbul biraz fazla yoruyor artık. Hayatta yapmayı en sevdiğim eylemlerden biri olan film izlemeyi sevdiğim başka şehirlerde de gerçekleştirmenin keyfi bambaşka elbette.
Festivaller dışında her yıla ailemle birlikte çıkabileceğim en az iki tane seyahat sıkıştırmaya çalışırım. Bunlardan biri yurt dışı, diğeri de çok fazla kalabalığın olmadığı daha çok doğayla iç içe olabileceğimiz bir yer olmalı. Yıllarca Assos tarafları bize bu olanağı sağladı. Ama şimdi oralar da kalabalıklaşmaya ve ‘tesisleşmeye’ başladı artık. Oysa biz zeytinciyiz!
Bütün yolculuklarımda özel olarak o yolculuğa ait olacağını hissettiğim kitaplar ve müzikler bana eşlik eder. Bu kitaplar sadece iyi vakit geçirmek için değil, bana bir şeyler katabileceğine inandığım ve yolculuk sırasında iyi gidebileceğini düşündüğüm kitaplar olurlar. Yine aynı şekilde müzikle düşünmeyi çok sevdiğim için yolculuk playlistleri hazırlarım kendime. Gittiğim yere ve ruh halime göre oluşturduğum listeler olur bunlar.
Gördüğüm şehirler, soluduğum hava, kulaklarımda o mekanlara uysun diye seçtiğim müziklerle birlikte minik hikayeler, sahneler ve fikirler şeklinde bana geri dönüş yaparlar. Genellikle küçük not defterime bunları not alırım, bir gün bir yerde tekrar çıkabilsinler diye…

Kaleminize ve sanatınıza ilham veren şehirler hangileridir? Seyahat rotalarınızı nasıl belirliyorsunuz?

İçinde uzun tren yolculukları yapabildiğim ülkeleri çok severim. Avrupa’nın kültürü ve tarihi kendisine sık sık çağırıyor. Tarihlerini korumak konusunda bugün bu ülke sınırlarında en muhazakârım diyenden daha muhafazakârlar. Moderniteyle gelenekseli bir arada yaşatıyorlar. Mesela Roma, Berlin, Floransa… Aynı duruma Moskova’da da şahit olmuştum. Ama Moskova’nın çok farklı bir ilham potansiyeli vardı. Uzun zaman önce görmeme rağmen melankoli duygusunu hâlâ unutamadım. Yakın zamanda tekrar gitmek istediğim şehirlerden biri. Ama elbette gördüğüm şehirlerden Bangkok’u ayrı tutarım hep. İki kere gittim, yine gitmek isterim. Mistizmi, doğası ve enteresan halkıyla beni çok etkileyen şehirlerden biridir. Singapur’un huzurunu ve sakinliğini çok sevmiştim. Hong Kong’un karmaşasına rağmen ‘feng shui’li mimarisi, yaşam enerjisi enteresandı. Komuşumuz Yunanistan’ın doğaya ve insana saygılı düzeni geçtiğimiz yaz beni çok etkiledi. Turist dostu bir ülke oluşu, insanın kendini hakkıyla, kazıklanmadığını hissederek dolaştığı bir ülke. Geçtiğimiz Thassos Adası’nda çok keyifli günler geçirdim. Dinlendim, yeni hikayemi düşündüm, güzel ağırlandım.
Tabi Hollywood’un başkenti Los Angeles’ı da anmasam olmaz. Bir aya yakın bir zaman geçirdim Los Angeles’da yıllar önce. UCLA’in kampusüne yakın bir yerde kaldığım için üniversite öğrencileriyle beraber kalmıştım. Bütün kafelerde senaryo yazanlar, oyuncu ajanslarını kovalayan insanlar, her an karşınıza çıkabilecek Kevin Spacey, Al Pacino gibi dev aktörler… Bir sinema yazarı için Los Angeles’da Hollywood’da her yer, her köşebaşı bir sinema müzesi gibi…
Türkiye’de ise Kars’ı ve Mardin’i hiç unutamam. Birer hafta kaldım ikisinde de. Her fırsatta tekrar gitmek istediğim şehirler. Eskişehir’i de seviyorum, özellikle de Odunpazarı bölgesini…
Dünyanın her yeri, bir yazar için her biri birbirinden farklı hikayeler için ilham kaynağı olabilir. Yeter ki ‘yolculuk’ meselesini sadece fiziksel değil, ruhsal bir eylem olduğunu da doğru bir şekilde kavrayabilsin…

Görmek istediğiniz şehir rotaları arasında nereler bulunuyor? Burak Göral’ın okuyucularına tavsiye edebileceği seyahat rotaları ve fimler nelerdir?

Avrupa’da Prag, Barcelona ve Londra’yı henüz görmedim. Yakın zamanlarda çok istiyorum. Daha doğuda Hindistan’ı, Çin’i ve Güney Kore’yi çok merak ediyorum, Tabi Japonya’yı da. Amerika’da da New York’u özellikle de Noel zamanı mutlaka görmek gerektiği söylenir hep. Türkiye’deyse henüz istediğim gibi bir Karadeniz turuna çıkamadım. Umarım yakın bir zamanda bunu da gerçekleştirebilirim…
Bangkok’la ilgili hatıralarımı tazeleyen Danny Boyle filmi “Kumsal” (The Beach) geliyor aklıma mesela. “Bir Konuşabilse” (Lost in Translation) bir uzakdoğu şehrinde yalnız olmayı, kendinle yüzleşmeyi güzel anlatıyor. “Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı” (The Secret Life of Mitty) yolculuk kavramının insana nasıl da iyi geldiğini gösterirken yolda yaşanan romantik komedilerden en çok Fatih Akın’ın filmi “Temmuz’da”yı (Im Juli) ve Richard Linklater’ın “Before” üçlemesini örnek gösteririm.
Sean Penn’in yönettiği “Into the Wild” doğaya kaçan insanın öyküsüdür, Afonso Cuaron’un “Ananı da” (Y Tu Mama Tambien) iki genç erkek kahramanını uzun bir keşif yolculuğuna çıkarır. En büyük keşifleri elbette kendi kalpleri olacaktır.
Elbette dünyanın çeşitli yerlerini tv ekranından bile olsa etkileyici bir şekilde sunan “Baraka” ve “Samsara” gibi etkileyici filmleri ve “Planet Earth” belgeselini ayrıca tavsiye ederim.

Bunlara da göz atın...

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir